35,2401$% 0.21
36,7389€% 0.11
44,1936£% -0.01
2.979,40%0,06
4.858,00%0,12
9.949,01%0,33
3388702฿%-2.82671
HABER ANALİZ: ORHAN KEMAL ERKILIÇ
San Francisco’da düzenlenen Uluslararası Yapay Zekâ Güvenlik Enstitüleri Ağı’nın ilk toplantısı, teknolojik devrimin önemli adımlarından biri oldu.
ABD Ticaret Bakanı Gina Raimondo’nun, “Yapay zekâ, insanlık tarihindeki diğer hiçbir teknolojiye benzemiyor” sözleriyle özetlediği etkinlik, yapay zekânın (YZ) hızla büyüyen etkisini ve beraberinde getirdiği riskleri yeniden karşımıza çıkardı. Ancak bu tartışmaların odağında tek bir soru aklıma geliyor: Yapay zekâ mı, insan aklı mı?
Toplantıda, yapay zekânın kontrolsüz gelişiminden kaynaklanabilecek tehditlere karşı uluslararası işbirliği ihtiyacının altı çizildi. Farklı ülke temsilcileri yapay zekâ sistemlerinin güvenliğini sağlamak adına ortak bir anlayış oluşturmayı hedefliyor.
Araştırma, test, rehberlik ve kapsayıcılık konularında belirlenen dört ana başlık ile yapay zekânın ulusal çapta nasıl güvenli, adil ve etkili bir şekilde kullanılabileceği tartışıldı.
Toplantıda süren test çalışmaları ve yapay zekânın çok dilli özelliğinden kaynaklanan avantajlar kadar, yanlış bilgi üretme eğilimi gibi potansiyel tehlikeler de konuşulurken, insan aklının yaratıcı ve eleştirel düşünme becerilerinin, yapay zekânın mekanik verimliliğiyle nasıl dengelenebileceği üzerinde de fikir alışverişi yapıldı.
ABD ve Güney Kore gibi ülkelerin milyarlarca dolarlık yatırımlarıyla desteklenen bu büyük girişim, insan aklının rehberliğinde, yapay zekânın güvenli bir şekilde sınırlandırılması ve yönlendirilmesi gerekliliğini öne çıkarıyor.
Hayatın her alanında yer işgal etmeye başlayan yapay zekâ, yalnızca bir teknoloji yarışından ibaret değil; aynı zamanda küresel güç dengelerinin yeniden şekillendiği bir arenaya dönüştü. ABD ve Çin arasındaki rekabette San Francisco’daki en dikkat çekici ayrıntılardan biriydi. ABD Senato Çoğunluk Lideri Chuck Schumer’in, “Çin Komünist Partisi’nin yapay zekâda kuralları yazmasına izin verilmemeli” açıklaması, bu yarışın yalnızca teknolojik üstünlük değil, aynı zamanda etik ve politik bir zemin üzerinde gerçekleştiğini gösteriyor.
ABD, müttefikleriyle işbirliği yaparak NATO kapsamında savunma sistemlerinin entegrasyonunu hedeflerken, Çin’in hızla büyüyen yapay zekâ kapasitesi ABD’nin politikalarını daha agresifleştiriyor.
San Francisco toplantısı, yapay zekânın nasıl yönetileceğine dair yeni bir sayfa açtı. Ancak bu sürecin yalnızca işbirliği değil, aynı zamanda yoğun bir rekabet ortamında şekilleneceği açıkça görülüyor. Ve elbette insan aklının etik ve stratejik rehberliği olmadan, yapay zekâ gelişiminin kontrolsüz sonuçlar doğurabileceği endişesi akılların bir köşesine not edilmiş durumda.
2025 yılında Paris’te düzenlenecek RAISE Zirvesi, bu tartışmaları daha farklı bir noktaya taşıyabilir. Ancak asıl soru şimdiden netleşmiş durumda: İnsan aklı, yapay zekânın yönlendirici gücü olmaya devam edebilecek mi? Yoksa her geçen gün hayatımızda daha fazla yer edinmeye başlayan bu ‘güç’ kontrolden çıkarak kendi bağımsızlığını mı ilan edecek?
Yapay zekânın geleceği elbette yalnızca teknolojik gelişmelerle değil, insan aklının bu ilerlemeyi nasıl yönlendireceğiyle de belirlenecek gibi duruyor…
TÜİK ekim dış ticaret verilerini açıkladı: İhracat artışta