39,7326$% 0.15
45,6119€% -0.39
53,2436£% -0.33
4.313,66%0,39
7.072,00%-0,22
9.136,17%-0,73
4020676฿%-1.3525
22 Haziran 2025 Pazar
Bugün Türkiye’nin dört bir yanında üniversite sınavı heyecanı yaşandı. Milyonlarca gencin kaderine yön verecek bu sınavda, duygular, umutlar ve beklentiler doruktaydı. Ancak sosyal medyaya düşen bir görüntü hepimizin içini sızlattı. Sınav salonunun önünde, kapıya sarılmış, gözyaşlarıyla “Kimliğimi istiyorum!” diye feryat eden bir genç kız… Gözleri panik dolu, sesinde çaresizlik… Bir sınavın değil, bir neslin fotoğrafıydı bu aslında.
Ve işte ibretlik manzara tam burada başlıyor.
Bu genç, sadece kimliğini unutan bir öğrenci değil. Bu sahne, yıllardır üzerine titrenmiş ama bir türlü “hazırlanamamış”, büyümüş ama olgunlaşamamış, kendi sorumluluğunu taşıyamayan bir kuşağın hikayesidir. Kimlik kartı değil orada unutulan; sorumluluk bilinci, yetişkinlik, özgüven, dirayet, mücadele ruhu ve hayata karşı duruşun kendisidir.
“Çocuk Ağlamasın” Diye Başlayan Sessizlik, Toplumsal Çöküşe Dönüşür
Uzun yıllardır bir toplum olarak çocuklarımızın üzerine titredik. Ağlamasınlar, üzülmesinler, zorlanmasınlar diye her şeylerini önlerine serdik. Ödevini yapmadığında biz tamamladık, sabah kahvaltısını unuttuğunda okula peşinden yetiştirdik, beden eğitimi kıyafetini almadığında marketten koştuk. Ve tüm bunları “iyi anne-baba olmak” sanarak yaptık. Oysa farkında olmadan çocuklarımızı hayata değil, bize bağımlı bireyler olarak büyüttük.
Ne zaman öğretmen biraz sert konuşsa veliler ayaklandı: “Benim çocuğuma nasıl bağırırsınız?”
Ne zaman çocuk sınıfta başarısız olsa aileler öğretmeni suçladı: “Demek ki siz iyi anlatamamışsınız…”
Ne zaman çocuk sokakta bir kavgaya karışsa, diğer çocuğun ailesi suçlandı: “Bizimkine kesin iftira atıyorlardır.”
Ve her olayda, her adımda çocuklarımıza şu mesajı verdik:
“Sen asla kusurlu değilsin, her zaman arkanda bir kurtarıcı var.”
Ama hayat öyle değil. Sınav salonunun kapısında kimliğini unuttuğunda bir annenin gözyaşı, bir babanın çaresizliği ya da bir öğretmenin iyi niyeti hiçbir kapıyı açmıyor. Hayat, hata kabul etmiyor. Ve biz, çocuklarımızı bu gerçekle hiç tanıştırmadık.
Sorumluluk Almayan Nesil, Sırtında Geleceği Taşıyamaz
Kuşkusuz her nesil kendi zamanının çocuklarıdır. Ama içinde bulunduğumuz çağda büyüyen çocuklar yalnızca dijital değil, duygusal olarak da ekranların ardına saklandı. Gerçeklikten koparıldı. Hayal kırıklıkları yaşamasınlar diye tüm taşları biz temizledik yollarından. Ama unutulan şu oldu: O taşlara takılarak büyür insan, düşerek öğrenir, kendi başına kalkarak güçlenir.
Bugün üniversite sınavı kapısında feryat eden o genç, ne ilk ne de son olacak. Çünkü biz, mücadele etmeden başarı isteyen, ağladığında hemen susturulan, sorgulamadan inanan, özeleştiri yapmaktan aciz bir nesil yetiştiriyoruz. Hata yapma hakkı olmayan ama her hatasında mazaret bulan bir kuşak…
Geleceği Hazırlamak İçin Önce Ailede Başlamalıyız
Sorun sistemde olabilir, eğitimde olabilir, sınavlarda olabilir. Ama daha büyük sorun evin içinde başlıyor. Bugün bir çocuk babasına “Hayır!” diyorsa ama öğretmenine kafa tutuyorsa, o çocuğa suç değil, ayna tutulmalıdır. Çünkü evde saygı öğrenmeyen bir birey, okulda da sokakta da sınır tanımaz. Çünkü anne-babanın ‘dur’ demediği çocuğa, başkası ‘dur’ diyemez.
Bugün sınıflarda öğretmene “sen” diyen çocuklar var. Bugün babasının gözlerinin içine baka baka telefon bağımlılığını sürdüren gençler var. Bugün sosyal medyada saatlerce vakit geçirip bir paragraf yazıyı okuyamayan, bir soruya dikkatini veremeyen milyonlarca öğrenci var. Bu çocuklar hata değil; ama bu tablo, biz yetişkinlerin hatalarının eseridir.
Şimdi Ne Yapmalı?
Evde kurallar yeniden yazılmalı.
Sorumluluklar çocukların omzuna yüklenmeli.
Başarı kadar başarısızlık da konuşulmalı.
Düşünceye, sorgulamaya, eleştiriye kapı açılmalı.
“Benim çocuğum yapmaz” değil, “Benim çocuğum da öğrenir” denmeli.
Hayatın gerçekleriyle yüzleşmeden büyüyen çocuklar, gelecekte yüzümüzü güldüremez.
Son Söz: Kimlik Kartını Değil, Karakterini Unutma Evlat
Bugün YKS kapısında kimliğini unutan o genç, belki de bir dönüm noktası yaşadı. Belki hayat ona ilk kez “sen artık büyümelisin” dedi. Ama o görüntü biz büyüklere de bir tokat gibi çarptı: Biz bu çocukları neye hazırlıyoruz?
Hayatın sınavı, bir güne değil, bir ömre yayılır. Ve biz, çocuklarımızı o sınavda sınıfta bırakıyoruz. Onlara güven vermekle şımartmak arasındaki ince çizgiyi fark edemezsek, gelecek nesiller sadece bilgide değil, hayatta da başarısız olacak.
O yüzden bugün hepimize düşen şu soruyu dürüstçe sormaktır:
“Biz çocuklarımıza hayatı öğretmedikçe, hayat onlara ne öğretecek?”
Tarihin her döneminde Türkiye’nin konumu, kıtaları, medeniyetleri ve güç dengelerini bir araya getiren eşsiz bir mihenk taşı olmuştur. Bugünlerde ise ABD Temsilciler Meclisi’ne sunulan bir yasa tasarısıyla Türkiye’nin statüsünün “Avrupa ve Avrasya”dan çıkarılıp “Ortadoğu” kategorisine alınması konuşuluyor. Kimileri “Avrupa’dan atıldık” diye sızlanıyor, kimileri “Oh olsun” deyip kına yakıyor. Peki bu gelişmenin asıl anlamı ne? Türkiye gerçekten kaybetti mi, yoksa yeni bir çağın eşiğinde mi?
ABD’nin Tek Taraflı Sınıflandırması Ne Anlama Geliyor?
ABD Temsilciler Meclisi’ne sunulan yasa tasarısına göre, Türkiye artık “Avrupa ülkesi” değil, “Ortadoğu ülkesi” olarak değerlendirilecek. Bu teknik bir sınıflandırma değil; siyasi ve jeostratejik bir niyet beyanıdır. Bu karar, Türkiye’nin Batı eksenli politikalarını terk ettiği, Rusya, Çin ve İran gibi doğulu güçlerle daha sıkı ilişkiler kurduğu, Hamas’a destek verdiği, Doğu Akdeniz’deki dengeyi sarstığı gibi iddialara dayandırılıyor.
Bir başka ifadeyle ABD diyor ki:
“Türkiye bizim çizdiğimiz rotada yürümüyor, dolayısıyla Batı’dan dışlanmalı.”
Ancak bu yaklaşım, aslında Batı’nın ne kadar çaresiz kaldığını ve Türkiye’nin bağımsız duruşuna ne kadar tahammülsüz olduğunu gösteriyor. Türkiye artık emir alan değil, oyun kuran bir ülkedir. Bu karar, Türkiye’nin Avrupa’dan uzaklaşmasının değil, Batı’nın Türkiye’den uzaklaşmasının resmidir.
Avrupa’nın Kapıları Kapanıyormuş! Zaten Açık mıydı?
Birileri çıkıp “Avrupa Birliği’nin kapıları tamamen kapanır” diyor. Ne zaman açıktı ki? 1959’dan bu yana yarım yüzyılı aşan bir başvuru süreci, sayısız oyalama, çifte standart ve küçümseyici tutumlar… Türkiye, Avrupa Birliği’ne alınmamak için her seferinde yeni bir bahaneyle kapıdan çevrildi. Bizim için “müzakere süreci” Avrupa için bir “oyalama süreci”ydi.
Bugün bu kapının kapanması, bir hakaret değil; bir özgürleşmedir. Artık gözümüzü sürekli Batı’ya çeviren bir Türkiye değil, doğuya, kuzeye, güneye, tüm dünyaya bakabilen çok kutuplu bir Türkiye var.
Asıl Güç: Türk-İslam Birliği ve Turan Ruhu
Türkiye’yi Avrupa’dan dışlamaya çalışanlar, yeni bir medeniyetin doğduğunu farkında. Çünkü bu coğrafyada sadece Türkiye değil, tüm Türk Dünyası uyanıyor. Azerbaycan’dan Kazakistan’a, Türkmenistan’dan Kırgızistan’a kadar gönül coğrafyamızla aramızdaki bağlar her geçen gün güçleniyor. Türk Devletleri Teşkilatı artık sadece sembolik bir birlik değil; ekonomik, askeri, kültürel bir güç merkezi olmaya doğru ilerliyor.
Ve elbette yalnızca Türklük değil; İslam alemi de gözünü açıyor. Bugün Batı’nın sürekli düşmanlaştırdığı İslam ülkeleri, kendi kaderlerini belirleme iradesini ortaya koyuyor. Türkiye bu uyanışın merkezindedir. Kudüs’ten Kerkük’e, Kırım’dan Karabağ’a kadar uzanan bir diriliş hattının öncüsüdür.
Batı’nın Krizi, Türkiye’nin Yükselişi
Bu karar aynı zamanda Batı’nın kendi iç krizinin bir dışa vurumudur. Avrupa, demografik çöküş, liderlik zaafı, ekonomik durgunluk ve sosyal ayrışmalarla boğuşurken; Türkiye genç nüfusu, üretim gücü, savunma sanayi atılımları ve bölgesel etkisiyle büyüyor.
NATO’da ikinci büyük orduya sahip bir ülkenin Ortadoğu’ya itilmesi, Avrupa’nın değil; Türkiye’nin değer kaybettiği anlamına gelmez. Asıl panikleyen onlar. Çünkü Avrupa Türkiye olmadan hiçbir stratejik adım atamaz: Ne enerji koridorlarını yönetebilir, ne göç krizini çözebilir, ne de Rusya karşısında güvenliğini sağlayabilir.
Yol Ayrımında Değil, Yükseliş Eşiğindeyiz
Türkiye artık kendi eksenini kuruyor. Artık yön tayin eden bir milletiz. Bize doğu mu, batı mı diye soranlara verilecek tek bir cevabımız var:
“Biz kendi yönümüzü çizecek kadar köklü, kendi yolumuzu yürüyecek kadar güçlü bir milletiz!”
Artık Avrupalı olmakla övünmek yerine, Türk ve Müslüman kimliğimizle dünya sahnesine yön vereceğiz. Bizi kategorilere sıkıştıranlara inat, biz hem Asya’yız, hem Avrupa’yız, hem de İslam’ın bayraktarıyız. Biz Ne Doğu Ne Batı, “Önce Türkiye” diyoruz.
İster mum yakın, ister kına… Ama bilin ki; Bu karar, Türkiye’nin Batı’ya olan ihtiyacını değil, Batı’nın Türkiye’ye olan bağımlılığını ispatlamıştır.
Çünkü biz Türküz, çünkü biz Müslümanız… Ve çünkü biz hâlâ buradayız!
Çivril Kaymakamı Sayın Hasan Akbulut, ilçemizde yürüttüğü görev süresinin sona ermesi nedeniyle, geçmiş dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi Çivril İlçe Başkanlığı görevini üstlenen Halil Ertuğrul’u ziyaret ederek veda etti.
Görev yaptığı süre boyunca ilçemizde kamu hizmetlerinin etkin, uyumlu ve verimli şekilde yürütülmesine önemli katkılar sunan Sayın Kaymakamımıza teşekkür ediyoruz. Sahip olduğu görev anlayışı, gösterdiği nezaket ve iş birliğine açık idarecilik yaklaşımıyla örnek bir yönetim sergileyen Sayın Hasan Akbulut, Çivril halkının gönlünde özel bir yer edinmiştir.
Veda ziyareti sırasında duygusal anlar yaşanırken, önceki dönem AK Parti İlçe Başkanı Halil Ertuğrul da Sayın Kaymakamımıza ilçeye kazandırdığı hizmetler ve sergilediği uyumlu yönetim anlayışı dolayısıyla teşekkür ederek, yeni görev yerinde başarılar diledi.
Sayın Hasan Akbulut’a ilçemize olan hizmetlerinden dolayı bir kez daha şükranlarımızı sunuyor, yeni görev yerinde üstün başarılar ve hayırlı hizmetler diliyoruz.
Bursa Büyükşehir Belediyesi’nden Dünya Prömiyeri Niteliğinde Kültür Sanat Etkinliği
Bursa’nın gözbebeği, binlerce yıllık geçmişiyle Anadolu’nun en köklü medeniyetlerine ev sahipliği yapmış olan İznik, bu kez çağdaş sanatla tarihsel mirasını buluşturuyor. Dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say’ın, İznik’ten aldığı ilhamla bestelediği “İznik Türküsü” adlı eserin dünya prömiyeri, 21 Haziran 2025 Cumartesi akşamı, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde sanatseverlerle buluşacak.
Sanatın birleştirici ve evrensel diliyle, Anadolu’nun ruhunu ve geçmişten bugüne taşınan çok kültürlü zenginliğini anlatan bu özel eser, İznik’in tarihini nota nota anlatırken izleyenlere benzersiz bir müzikal deneyim sunacak. UNESCO Dünya Mirası geçici listesinde yer alan İznik’in eşsiz tarihi, kültürel ve doğal dokusundan esinlenilerek hazırlanan “İznik Türküsü”, sadece bir müzik eseri değil; aynı zamanda bir kültürel hafıza, bir sanat manifestosu olarak nitelendiriliyor.
Dünya Prömiyerinde İki Büyük Sanatçı Aynı Sahneyi Paylaşıyor
Eserin ilk seslendirmesi, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli klasik müzik sanatçılarından Fazıl Say ve genç kuşağın parlak sopranolarından Görkem Ezgi Yıldırım tarafından gerçekleştirilecek. Sanatseverler, Say’ın piyanosu eşliğinde Yıldırım’ın etkileyici sesiyle, geçmişin izlerini bugünün evrensel ezgileriyle hissedecek.
Konser, 21 Haziran Cumartesi akşamı saat 21.00’de, tarihi İznik’in ruhunu taşıyan özel bir atmosferde sanatseverlerin katılımına sunulacak. Bursa’nın ve Türkiye’nin kültür hayatında önemli bir yer edinecek bu etkinlik, klasik müzikle tarihsel belleği harmanlayan yönüyle örnek bir kültürel buluşma olacak.
Başkan Bozbey’den Davet: “Tarih ve Sanat Aynı Sahnede”
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, etkinlik öncesinde yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
“İznik gibi kadim bir kentimizin sesini, dünyaca ünlü bir sanatçımızın bestesiyle geleceğe taşıyoruz. Bu proje sadece bir konser değil, bir medeniyet anlatısıdır. Tüm hemşehrilerimizi ve sanatseverleri, bu özel eserin dünya prömiyerine davet ediyorum. Bursa, sadece sanayi ve turizm değil, aynı zamanda kültür ve sanat şehridir. Ve biz bu vizyonla çalışmaya devam edeceğiz.”
Bursa’dan Dünyaya: Sanatın Evrensel Diliyle İznik’in Hikayesi
İznik’in Hristiyanlık, İslamiyet ve Bizans’tan Osmanlı’ya kadar uzanan kültürel çeşitliliği, geçmişten günümüze taşıdığı sanatsal zenginlik ve doğal güzellikleri; Fazıl Say’ın özgün bestesiyle evrensel müzik diline taşınıyor. “İznik Türküsü”, klasik müzikle halk ezgilerini, doğuyla batıyı, geçmişle bugünü bir araya getirerek, sanat aracılığıyla kültürel köprüler kurmayı hedefliyor.
Bu unutulmaz geceye tanıklık etmek isteyen sanatseverler, tarihin müzikle buluşacağı bu anlamlı etkinlikte yerlerini almalı.
Aile ve akrabalık, doğduğumuz andan itibaren içine düştüğümüz, seçim hakkımızın olmadığı sosyal yapılardır. “Kan bağı” denilen kavram, çoğu zaman bizden, mantığın ve vicdanın sınırlarını zorlayacak ölçüde bağlılık ve fedakârlık bekler. Oysa insan ilişkilerinde esas olan, kan değil; ruh, anlayış ve iyi niyettir.
Akrabalık: Toplumsal Bir Dayatma mı?
Toplumlar yüzyıllardır “akraba her koşulda akrabadır” diyerek bireyin psikolojik sınırlarını hiçe sayan bir anlayışı ayakta tutar. Oysa modern psikoloji ve sosyoloji, sağlıklı bireylerin sınır çizebilme becerilerinin, en az yardımseverlik kadar değerli olduğunu söylüyor. Kötü niyetli, kıskanç, iftiracı ya da sürekli yıpratan bir akrabayla bağları sürdürmek zorunda değilsiniz. Akrabalık, karşılıklı sevgi ve saygı olmadığında bir zulme dönüşebilir.
Neden Bazı Akrabalar Çekilmez?
Bu sorunun birçok bilimsel cevabı var. İşte öne çıkan nedenlerden bazıları:
Ruhsal Uyuşmazlık: Bazı insanlar doğaları gereği sizin hayata bakışınızı, değerlerinizi, yaşam stilinizi anlamaz ve bunu yargılar. Bu durum, sürekli bir çatışma ve yıpratıcı bir ilişkiye neden olur.
Rekabet ve Kıskançlık: Akrabalar arasında sık görülen bir başka sorun da gizli ya da açık kıskançlıktır. “O yaptıysa ben de yaparım” mantığı, dayanışma yerine rekabeti körükler. Başarınızdan mutlu olmak yerine sizi küçümsemeye, gölgelemeye çalışırlar.
Rollerin Sabitlenmesi: Bazı akrabalar sizi yıllar önceki hâlinizle sabitler. Gelişiminizi, olgunluğunuzu ya da değişiminizi kabul etmez. Bu da sizin kendi benliğinizi gerçekleştirme yolculuğunuzda bir fren olur.
Enerji Tüketen İlişkiler: Sürekli dert anlatan, negatif olan, hiçbir konuda çözüm aramayan akrabalar, enerji vampiri gibi hareket eder. Zamanla sizin hayat sevincinizi sömürürler.
Her Akraba Değil, Her İnsan Değerli
Bazı insanlar ise –akrabanız olsun ya da olmasın– yanınızda olduklarında sizi tamamlarmış gibi hissedersiniz. Size nefes aldırırlar. Düşüncelerinizi bastırmaz, size alan tanırlar. Onlarla geçirilen zaman insana iyi gelir. Bu insanların varlığı, biyolojik bağdan çok ruhsal bağlarla açıklanabilir.
Akraba diye hayatınızda tutmak zorunda olduğunuz kişiler yoktur. Hayatınıza ne kattığına, size nasıl hissettirdiğine, ne kadar samimi ve dürüst olduklarına bakın. Sizi aşağı çeken, sürekli eleştiren, başarınızı küçümseyen, sizi ailenizin önünde zor durumda bırakan hiç kimse, sadece soyadı benziyor diye değerli değildir.
Kendinize İzin Verin
Toplumun “ayıp olur”, “el ne der”, “sonuçta akraban” gibi baskılarına direnmek zordur. Ancak birey olmanın ilk şartı, kendinize saygı göstermenizdir. Ruhsal huzur, gereksiz zorunluluklardan arınmakla başlar. Akrabalık bağı, ruhsal şiddet içeriyorsa bu bağı sürdürmek zorunda değilsiniz. Her mesafe, bir ayrılık değil; bazen bir korunma yöntemidir.
Akrabalık, ancak içinde gerçek bir bağ varsa kıymetlidir. Zorunlu fedakârlık, suskunluk ya da içe atılmış öfke üzerine kurulu ilişkiler ne aile sıcaklığı sunar, ne de insani gelişime katkı sağlar. Unutmayın, bazı bağlar sizi büyütmez; yalnızca yorar. Böyle bağlar için tek bir çözüm vardır: Koparın gitsin.