Son günlerde, kamuoyunda Yusuf Ziya isimli bir akademisyenin Milli Eğitim Bakanı olamaması üzerine yapılan tartışmalar yoğunlaştı. Bazı kesimler bunun “profesör unvanını aldıktan sonra üç yıl görevde kalma” şartıyla ilişkili olduğunu ileri sürerken, diğerleri bu durumun tamamen politik dinamiklerle şekillendiğini savunuyor. Ancak, bu tartışmaların ötesinde, Milli Eğitim Bakanlığı’nın liderlikten ziyade sürdürülebilir bir reform anlayışına ihtiyacı olduğu aşikâr.
Eğitimde Süreklilik Sorunu
Türk eğitim sisteminin temel sorunu, bakanlık koltuğunda sürekli değişen isimler ve buna bağlı olarak yürürlüğe konulan reformların yarıda kalmasıdır. Her yeni bakan, kendine özgü bir politika benimserken, geçmişteki projeler ya rafa kaldırılıyor ya da mevcut sisteme uyum sağlayamıyor. Bu durum öğrenciler, öğretmenler ve aileler arasında karmaşaya neden oluyor.
Yusuf Ziya gibi akademisyenlerin bakanlık için önerilmesi, eğitim politikalarının bilimsel bir temele oturtulması gerektiği yönünde olumlu bir işaret olarak görülebilir. Ancak, bu tür atamalarda liyakatin mi yoksa siyasi denklemlerin mi etkili olduğu sorusu zihinlerde yer etmeye devam ediyor.
Müfredat Sorunu: Yeterince Geniş Mi? Fazla mı Dar?
Eğitim sistemimizdeki bir başka önemli mesele ise müfredatın içeriği. Özellikle son yıllarda sık sık değiştirilen müfredat, öğrencilerin temel becerilerden uzaklaşmasına neden olabiliyor. Her ne kadar güncel müfredat “modern ve kapsayıcı” olarak tanımlansa da, öğrencilerin mezun olduklarında küresel ölçekte ne kadar rekabetçi oldukları tartışma konusu.
Geniş müfredat ile kaliteli eğitim arasındaki ilişkiyi doğru kurmak zorundayız. Müfredat geniş olmalı, ancak bu genişlik öğrencilerin üzerinde bir yük değil, rehber olmalı. Temel bilimler, tarih, felsefe ve sanat dersleri, öğrencilerimizin hem akademik hem de kültürel donanımını artırmalı. Ancak, yoğun ve detaylı müfredatlar öğrencilerin bireysel ilgi alanlarını geliştirmesinin önüne geçmemeli.
Eğitim Reformunda Liderlik Gerekir
Milli Eğitim Bakanlığı’nda reformların başarılı olması için, bakanın sadece bir lider değil, aynı zamanda bir takım oyuncusu olması şart. Eğitim reformları tek bir kişinin vizyonuyla değil, öğretmenler, akademisyenler ve sivil toplum kuruluşlarıyla ortak akıl üretilerek gerçekleştirilmeli.
Yusuf Ziya’nın bakanlık atamasının gerçekleşmemesi veya iptal edilmesi bireysel bir mesele olmanın ötesinde, eğitimde liyakat, sürdürülebilir reform ve politik bağımsızlık gibi konuları tekrar gündeme getirmiştir. Asıl mesele, herhangi bir isimden ziyade sistemin kendisini nasıl daha etkin, kapsayıcı ve modern hale getirebileceğimizdir. Eğitim, bireylerin geleceğini belirlediği kadar, bir toplumun kaderini de şekillendirir. Bu nedenle eğitim politikalarını oluştururken, siyasetten arınmış ve bilimsel temelli bir yaklaşıma ihtiyacımız var.